Category Archives: Yazılım Mühendisliği

Windows 2016’da Docker denemeleri

Published by:

Uzunca bir süredir şirket bünyesinde geliştirdiğimiz ürün ve hizmetlerin yaşam döngüsünü daha iyi yönetebilmek adına arayışlar içindeydim. Bu noktada bir seneyi aşkın bir süredir takip ettiğim Docker teknolojisine yakından bakmaya karar verdim.

Önce özetle Docker’ın ne olduğundan bahsedelim.

Docker nedir, ne işimize yarayacak?

Docker, kabaca geliştirdiğiniz uygulamaları hem Linux hem Windows tabanlı platformlarda, platform etkisinden bağımsız bir şekilde koşturabilmenize yarayan bir “container” teknolojisidir. 

Sanal makine (VM) teknolojisinden en temel farkı Docker container’larının her birinin kendine ait bir işletim sistemi kurulumu barındırma ihtiyacı olmaması ama buna rağmen işletim sisteminin çekirdek yeteneklerine, dosya sistemine ve diğer makina kaynaklarına birbirinden izole bir şekilde erişebiliyor olmasıdır. Biliyorsunuz ki sanal makinelerin ise her biri kendine ait bir işletim sistemi kurulumu gerektirir.

Bu durumu anlatan iki güzel çizimi (docker.com’dan alıntıdır) aşağıda paylaşıyorum:

    

Linux tabanlı sistemlerde uzunca bir süredir kullanılan bu teknoloji Windows 2016 ile birlikte Microsoft dünyasının da önemli bir parçası haline geldi.

Bizim Docker maceramız

Şirketi kurduğumuzdan bu yana Microsoft platformunda uygulama geliştirdiğimiz için ve bu uygulamaların üretim (production) ortamı kurulumları noktasında ciddi kolaylıklar sağlama imkanı olması sebebi ile ben de bu teknolojiyi denemek istedim.

Geçtiğimiz hafta sunucu parkımızda yaşadığımız bir problem sebebi ile bazı sunucularımızı yeniden kurmamız gerekti. Biz de bu durumu fırsat bilerek bu sunuculara Windows 2016 kurduk. Bu hızlı karar ne yazık ki sonrasında başımıza bazı işler açtı ama bunlar bu yazının konusu değil :)

Kurulum adımları

İlk Docker kurulumumu kendime zaman yaratabildiğim bir gece 01:00 ile 03:00 arasında yaptığım için pek sağlıklı olmadı ama bugün bu kurulumu aşağıdaki adımları takip ederek başarılı bir şekilde tamamladım.

1. Windows PowerShell’i yönetici (Administrator) yetkisi ile açtım.

2. Sırayla aşağıdaki komutları çağırdım.

Install-Module -Name DockerMsftProvider -Repository PSGallery -Force

Install-Package -Name docker -ProviderName DockerMsftProvider

3. Kurulumlar tamamlandıktan sonra aşağıdaki komut ile sunucuyu yeniden başlattım.

Restart-Computer -Force

4. Sunucu yeniden başladıktan sonra yine PowerShell üzerinden aşağıdaki komut yardımı ile kurulumda sorun olup olmadığını kontrol ettim.

docker info

Şu şekilde bir çıktı görüyorsanız bir sorun yok demektir.

5. Sunucularda asıl kullanım alanımızın D: sürücüsü olması, C: sürücüsünü sadece işletim sistemi için kullanmamız sebebi ile, Docker’ın varsayılan ayarlarını bir miktar değiştirmem gerekti. Docker standart kurulumu sırasında C:\ProgramData\Docker\config klasörü altına daemon.json isminde bir konfigurasyon dosyası yazılıyor. Bu dosya JSON formatında bir dosya ve içinde yer alan graph parametresi yardıı ile Docker’ın container dosyalarını nerede tutacağını ayarlayabiliyoruz. Ben bu ayarı aşağıdaki şekilde değiştirdim:

"graph": "D:\\Docker"

Docker servisini Windows servisleri yönetim ekranından yeniden başlattıktan sonra, temel konfigurasyon dosyaları dışında tüm Docker dosyaları D: sürücüsü altında yarattığım Docker isimli klasör içinde yer almaya başladı. Bu şekilde ilerleyen dönemde herhangi bir disk alanı sorunu yaşamamın da önüne geçtiğimi düşünüyorum.

6. Geliştirdiğimiz uygulamaları bu teknoloji yardımı ile container’lar içinde çalıştırmaya başlamadan önce önümde kalan son adım, sunucuya kurduğum Docker altyapısını kolay bir şekilde yönetebilmemi sağlayacak, grafik tabanlı bir yönetim uygulaması kurmaktı. Her ne kadar bu konuda yapılan Google aramalarında karşımıza bolca Docker Toolbox ve Kitematic ikilisi çıksa da, Windows 2016 native container olarak adlandırılan, işletim sisteminin kendi docker desteği üzerinde bu ikiliyi çalıştırmak bir problemli oluyor, bu sonuca uzunca bir vakit harcadıktan sonra ulaştım :)

Aternatif arayışına yöneldiğimde de karşıma Portainer isimli uygulama çıktı. Uygulamanın Internet sitesinde kurulumu için aşağıdaki şekilde bir bilgi bulunması açıkcası beni oldukça heveslendirdi.

Hayaller bu şekilde olsa da malesef gerçekler bu şekilde olmadı :) Yukarıdaki komutu çalıştırdığımda aşağıdaki sonuçla karşılaştım:

Aslında en alttaki hata mesajını anlamlandırıp çözme yoluna da gidebilirdim ama bu uygulamanın kendisini bir Docker container içinde çalıştırmak yerine direk ilgili sunucunun üzerine ayrıca kurma ihtimali olduğunu okudum ve gidip uygulamayı bu adresteki yönergelere uygun olarak kurdum.

Bu noktada üzerinden uygulama sunumu yaptığımız Web sunucularımızın birinin üzerinde Docker desteğini aktive etmek bu teknolojiyi grafik tabanlı bir uygulama ile yönetilebilir kılmak (ekibimizin de işini ve alışmasını kolaylaştırmak amacı ile) olarak tanımlayabileceğim ilk hedefime ulaşmış oldum.

Bundan sonrası

Bir sonraki hedefim, e-ticaret ürünümüz olan Lidia’nın temel kurulum çalışmalarını bu teknolojiyi kullanarak nasıl kolaylaştırabileceğimizi incelemek olacak. Aynı zamanda web tabanlı çok sayıda bileşenden oluşan ürünümüzün bu tip yeni teknoloji trendlerine uyum sağlayabilmesi adına mimari açıdan nasıl evrilmesi gerektiğini de detaylıca çalışacağız. 

Şirketimizin üzerinde çalıştığı iki ana ürün olan Lidia ve Zippsi’nin teknik mimarilerine yönelik araştırma çalışmalarımızı ve bu çalışmalar sonucu ulaştığımız bilgi birikimini dönem dönem sizinle ürünlerin kendi sitelerindeki blog bölümlerinden paylaşıyor olacağız.

Yazılım mühendisliğine gönül vermiş herkese sevgiler ve saygılar :)

K.

Türkiye nasıl “Bilgi Sermayesi” sahibi olur?

Published by:

Merhaba,

Bu yazıyı lise eğitimini Türkiye’nin en iyi okullarından birinde, üniversite eğitimini de dünyanın en iyi okullarından birinde tamamlamış, tersine beyin göçü ile ülkemize geri dönerek idealist amaçlar peşinde sekiz senedir koşan bir girişimci olarak yazıyorum. Kim olduğuma ait detayları merak ederseniz, hakkımızda sayfasından öğrenebilirsiniz.

Teknoloji üretmek, müşterilerimizin problemlerini bilişim yöntemleri ile çözmeye çalışmak benim ve ortaklarımın geçim kaynağı. Dolayısı ile aşağıda sizinle paylaşacağım önerilerin çıkış noktası büyük umutlarla kurduğumuz şirketimiz bünyesinde bugüne kadar yaşadıklarımızdan doğmuş “keşke”‘lerdir…

Aslında çok daha kendi halinde,daha çok şirketlerdeki bilgi sermayesi yönetimi hakkında yazacaktım ama gördüm ki aslında makro ölçekte yapılması gerekenler ile mikro ölçekte yapılması gerekenler birbirine çok benziyor. Bu sebeple biraz da haddimi aşarak yazımı genelleştirdim.

Dünyanın değişen düzeninde, içine girdiğimiz yeni çağda (bugüne kadar bilgi çağı yaşadığımızı sanıyorduk ki bence daha çok başındayız) ülkelerin gücünü belirleyen ana etken sahip olduğu bilgi sermayesi olacakken, bu konuda gecikmeden adım atmaya başlanması, hatta bu adımların bir ülke politikası haline getirilmesi gerektiğine inananlardanım. Bu çeşit bir politikanın, oluşturulacak bir ana plan çerçevesinde ilerlemenin ülkeleri nereden nereye getirebildiğini görmek için Güney Kore‘nin son 50 senesini incelemek yeterli olur diye düşünüyorum.

Biz ve etrafımızda benzer profile sahip (genç, bilişim girişimcisi, idealist) tüm arkadaşlarımızın işlerini çok daha iyi ve en önemlisi huzurla yapabilmesini, temel endişelerden mümkün olduğunca uzak katma değer üretebilmesini sağlamak ve dolayısı ile ülkemizin sahip olduğu bilgi birikimini derinleştirebilmek (bilgi sermayesini arttırabilmek) için nelerin değişmesini gerektiğini aşağıda yalın maddeler halinde özetlemeye çalıştım fakat bu listeyi hazırlarken üniversite öncesi hakkındaki yorumlarımı (siyasi fikirlerimin yargımı etkileyeceği endişesi ile) kendime sakladım. Bununla beraber uzmanlık alanım sebebiyle de önerilerimi  bilişim alanında bilgi sermayesi oluşturmak etrafına toplandım.

  1. Ülkelerin kalkınma planlarında önceliklendirilmiş alanlar vardır. Eğer biz ülkemizin teknoloji alanında bilgi sermayesi sahibi olmasını istiyorsak bunu en üst seviyeden açıkca dile getirmeli, teknoloji üretiminin ülkemiz için öncelikli kalkınma alanlarından biri olduğunun her fırsatta altını çizmeliyiz. Bu konuda yapılacak çalışmalara başlamak için en uygun yerlerden birinin üniversiteler olduğunu düşünen biri olarak önerim teknoloji ile ilgili alanlarda öğrenim göreceklere ek devlet bursları verilmesi şeklindedir. Bu şekilde gençlerimizin bu alanlarda eğitim alması teşvik edilecektir.
  2. Üniversitelere giriş konusunda destek vermenin tek başına yeterli olmayacaktır. Bu sebeple bakanlıklar, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, iş adamları dernekleri ve de üniversitelerin kendileri tarafından ilgili alanlarda her sene büyük ödüllü yarışmalar düzenlemesi öğrencileri öğrenimlerini pratiğe dökmeleri konusunda motive edecektir.
  3. Yine eğitimin pratiğe dökülmesi amacı ile ilgili alanlarda öğrenim gören öğrencilerin zorunlu staj sürelerinin uzatılması, hatta stajın öğrenimin bir parçası (okulun bir dönemi sadece staj yaparak geçirmesi) haline getirilmesi bu öğrencilerin hem pratik deneyim kazanmasını sağlayacak hem de profesyonel hayata adaptasyonlarını kolaylaştıracaktır.
  4. Bilişim gibi ülkemizde uzmanlığın henüz olgunlaşmamış olduğu alanlarda faaliyet gösteren ufak çaptaki firmaların en büyük sorunlarından biri istihdam açısından balinalar (telekomunikasyon firmaları, bankalar, çok uluslu bilişim firmaları) ile personele sunulan haklar açısından rekabet edememektir. Tübitak, Teydeb, Kosgeb gibi kurumların destekleri ile bu açıdan bir miktar destek sağlanabiliyor olsa da gözle görülür bir atılım için daha radikal çözümler üretmek gerekmektedir. Önerim giriş kriterleri kolaylaştırılmış bir teknogirişim etiketi modeli oluşturmak, bu etiket sahibi firmalara devlet tarafından insan kaynakları (Gerekirse İşkur içinde bu alana uzmanlaşmış özel bir birim oluşturarak), sigorta primleri ve gelir vergisi konusunda destek verilmesidir. Ağırlıklı olarak tekstil sektörünün faydalandığı Turquality etiketi bu alandaki çalışmalara örnek teşkil edebilir.
  5. Bilişim alanında geçerli bir patent sistemi kurulmalı, bu alandaki bilişim patentlenemez algısı doğru uzman ekiplerle kırılmalıdır. Bilişim alanında faaliyet gösteren firma, hatta bireylere sahip oldukları patent sayısı üzerinden ek devlet destekleri verilmesi, bu destekleri verirken de yine balina-ufak ve hızlı balık ayrımı gözetilmeli, ufak ve hızlı balıklar için pozitif ayrımcılık yapılmalıdır. Bununla beraber ülkemizde patentlenmiş ürünlerin ulusal ve uluslararası haklarının korunması için ilgili bakanlıklar altında konusunda uzman özel hukuk birimlerinin kurulması patent kavramına olan güveni arttıracaktır.
  6. Ülkemizde üretilen bilişim ürünlerinin uluslararası arenaya çıkması konusunda yine teknogirişim etiketi sahibi firmalara mevcut desteklere ek olarak konferans katılım ve yurtdışı toplantı destekleri verilmelidir. Buna ek olarak ülkemizde ilgili bakanlıklar ve yerel yönetimlerin desteği ile yurtdışı teknoloji firmalarının davet edileceği sektörel teknoloji konferansları düzenlenmeli, bu konferanslara teknogirişim etiketi sahibi firmalara ücretsiz katılım hakkı sunulmalıdır. Son olarak yurtdışı ticari ateşeliklere teknoloji alanında eğitimli personel atamaları yapılmalı, bu personelin ana sorumluluğu ülkemizde geliştirilen teknoloji ürünlerinin yurtdışı pazarlara çıkmasını sağlamak olmalıdır.

Bu konuda bugüne kadar ki “keşke”lerimizden çıkardığım öneriler bunlar. Herşeyi devletten bekleyen insan konumuna düşmek istemesem de yukarıda belirttiğim desteklerin bir ülke bütçesinde tutacağı yerin, bu destekler ve doğru bir plan çerçevesinde oluşturulacak bilgi sermayesi üretim dalgasının o ülkeye yapacağı katkı ile karşılaştırıldığında göz ardı edilebilir olduğuna inancım tam!

Önerilerimin doğru yeri bulması, ideallerimizin bir gün gerçekleşmesi umuduyla.

Sevgiler,

K.

Yazılım uzmanları arıyorum!
1.Bölüm – Durum Tespiti

Published by:

İki gün önce Çağlar Erol’un Webrazzi’de yayınlanan “IT’de nitelikli iş gücü krizi ve çözümü” isimli yazısını okuyup Twitter üzerinden paylaştığım yorumlarıma arkadaşlarımdan çok farklı tepkiler almam ile başladı herşey. Bu konuda bir yazı şekillendirmeyi uzun süredir düşünüyor olmama rağmen (çoğu yazımda olduğu gibi bunda da) belli ki bir “Aktivasyon Enerjisi” ihtiyacım varmış :)

Bu yazımda sizinle şirketimizi kurduğumuz zamandan beri yaptığım işe alım görüşmelerinden edindiğim farklı tecrübeleri paylaşmak istiyorum. Lakin şimdiden belirtmeliyim ki bu yazı dizisi malesef mutlu sonla bitmeyecek, varacağım nokta yazının başlığında da paylaştığım şekilde olacak: Yazılım uzmanları a-rı-yo-rum,  şansım varsa çok zor da olsa bazen buluyorum, genelde ise malesef bulamıyorum.

Ülkemizdeki insan profilinden mi, eğitim sisteminden mi, öğrencilerimizin üniversitelere ya da yüksek öğrenime yaklaşımlarından mı yoksa hocalarımızın tutumundan mı bilmiyorum ama özellikle yazılım uzmanlığı alanında ciddi bir sıkıntı olduğuna inanıyorum. Öncelikle bu konudaki durum tespitlerimle başlamak istiyorum, dizinin ikinci yazısında bu tespitlerimi kendimce sorgulayarak ulaştığım nedenleri sizinle paylaşıyor olacağım. Son yazıda ise bu konudaki çözüm önerilerimi sizinle paylaşacağım.

Çağlar Bey’in yazısını okuduktan sonra Twitter aracılığı ile yaptığım yorumlara arkadaşlarımdan gelen tepkiler dışında, özellikle bu alanda yazılım uzmanı, yazılım geliştirici ve benzeri ünvanla çalışan farklı kişilere ait pek çok blog yazısı okuma şansım da oldu. Açıkcası kendimi sektörün içinden biri olarak görsem de malesef iş verenlerle çalışanların arasında bu kadar ciddi görüş ayrılığı oldunu bilmiyordum ki bunu kendi haneme bir eksi puan olarak yazıyorum. Son bir kaç gün içinde gözlemleyebildiğim kadarı ile:

İş verenler;

  • yeterli miktarda kaliteli iş gücü bulamadıklarından şikayetçiler
  • yetenekli iş gücünün mali durumu daha güvenilir olan çok büyük şirketleri tercih etmesinden yakınıyorlar
  • oturmuş maaş beklentilerin gerçekçi olmadığını düşünüyorlar

Çalışanlar;

  • iş verenlerin sömürgeci bir tavırda olduklarından şikayetçiler
  • hakettikleri maaşları alamadıklarından yakınıyorlar
  • hiç bir iş verenin kendileri kadar çalışıyor olmadığını düşünüyorlar

Her ne kadar şu andan itibaren yazacaklarım bir şirket ortağı ve iş veren statüsünde olmamdan sebep subjektif olarak algılanacak olsa da ben tüm düşüncelerimi ve iddialarımı elle tutulabilir somut argümanlara dayandırma çabasında olacağım. Bakalım benim sepetimde hangi yumurtalar bulunuyormuş:

  • Türkiye’de yeterli yeteneklere ve bilgiye sahip yazılım uzmanı oranının çok düşük olduğuna inanıyorum. Bu konudaki en elle tutulur gerekçem çalışanın elde edeceği haklara ait hiç bir ibare olmayan iş ilanlarımıza gelen başvurulara uyguladığımız üç aşamalı eleme çalışması ardından (bir ön eleme, ikiyüz yüze görüşme) teklif aşamasına geçilen aday oranının genelde %10’lardan yukarıda olmaması.  İş görüşmesine gelen ve 4 senelik tecrübesi olduğunu iddia eden birinin “modelleme” örneklemesinde çuvallamasını, “bilgisayar mühendisliği” ile “yazılım mühendisliği” farkını, kendisinin hangisi olduğununu bilmemesini bir türlü kabul edemiyorum.
  • Türkiye’de gerçekten yetenekli adayların büyük teknoloji şirketlerini ya da operatörleri seçtiğini düşünüyorum. Bu konuda özellikle devletimizin sağladığı “yerinde AR-GE desteği” ve de operatörlerimizin 3G lisansı alabilmek için uyması gereken “500 mühendis istihdamı” gibi yan etkileri bence tam düşünülmemiş uygulamaların katkısı(?) büyük. Bunun yanında her ne kadar ekonomik bakış açısından bu tercihi anlamlı bulsam da benim gibi kariyerinde hırsını bir enerji kaynağı olarak kullanan birinin insanların genç yaşlarında içinde yanan ateşi yangına çevirebilecekleri bir yerde çalışmayı tercih etmemelerini anlamakta zorluk çekiyorum.
  • Türkiye’de gerçek anlamda garaj kültürünün hiç bir zaman oluşmayacağını düşünüyorum. Unutmamalıyız ki çoğu kişinin düşündüğünün aksine girişimcilik, en ciddi bilgi birikimi ve en ciddi eforun gerektiği “meslektir”. Kendi işini kurma çabasında olan birinin bulaşıktan satışa, dolap montajından kurumsal kimliğe, lavabo aç’tan fatura kesmeye kadar herşeyi ya bizzat ya da ortakları ile paylaşımlı olarak bilmesi, uykusunda gördüğü rüya da dahil olmak üzere 24 saat çalışabilmeye hazırlıklı olması, tatil, güneş hatta gündüz gibi kavramları bile zaman zaman unutabilmesi gerekir ve malesef kabul etmeliyiz ki ükemizdeki oturmuş çalışma kültürü sürdürülebilir, derin, yoğun çalışma modellerine değil kısa yoldan köşe olmaya odaklanmıştır.
  • Ülkemizde oturmamış garaj kültürü hayal satmayı ve sömürüyü beraberinde getirmektedir. Yukarıdaki temel gereksinimlerinden hemen hiç birine sahip olmayan iş veren için işler çok kısa zamanda kötü gitmeye başladığı için malesef ülkemizde bu durum çok kısa zamanda takım arkadaşlarının sırtına basarak su yüzünde kalmaya çalışmaya kadar gitmektedir.
  • Türkiye’de yetenekli ve kaliteli iş gücünün hakettiğini kazandığına inanıyorum.  Bunun yanında asıl sorun bana kalırsa çoğu çalışanın sebebi bilinmeyen ve asla bilinemeyecek bir şekilde daha fazla hakettiğine inanması. Unutmamalıyız ki ticari bir işletmede çalışan da dahil olmak üzere herhangi bir yatırımın değeri mesaide harcadığı zaman değil yarattığı katma değer kadardır.  İş görüşmelerindeki maaş talebi sorusunun ardından sorduğumuz “Peki bu ücreti almanız karşılığında katma değeriniz ne olacak?” sorusuna, “ofise gelip çalışacağım” şeklinde cevap alıy0r olmamızı ben şahsen kendime açıklayamıyorum. Bunun yanında ülkemizdeki yazılım uzmanı maaşları yetişmiş eleman eksiğinden sebep diğer sektörlerle karşılaştırınca oldukça üst seviyelerde. Bu durum bu sektördeki yatırımları iş verenler için oldukça riskli kılıyor ve unutmayalım ki hayatın her noktasında olduğu gibi fazla kazanç için fazla yatırım yapmak, fazla risk almak gerekir.
  • Müşterilerimiz bize Amerika’daki ya da Avrupa’daki kadar ödemediği sürece biz de çalışanlarımıza ya da adaylarımıza yurtdışı ölçeğinde vaatlerde bulunamayız. Son bir kaç gün içinde okuduğum onca yazı içinde en çok takıldığım konu bu oldu açıkcası. Bana kalırsa yazlım uzmanı olarak çalışan biri “Ben niye Türkiye’de Amerika’daki kadar kazanmıyorum?” sorusunu “İşveren bizi sömürüyor” şeklinde cevaplıyorsa bence acilen bu işi bırakmalı, hatta bütün işi gücü bırakıp ekonominin temellerini öğrenerek işe başlamalıdır. Ülkemizde malesef işverenlerin işverenleri yani bizlerin müşterilerinin ödemeye ikna oldukları rakamlar sektörü şekillendiriyor ve yine malesef tüm çalışanların işi gibi bizim işimizin de “rate-card”ı yurtdışında çok daha yüksek rakamlar içerdiği için kazanılan haklar bu bazda şekilleniyor.

Sektörümüzle ve ülkemizdeki çalışma modelleri ile ilgili şahsi tespitlerimi sizinle paylaşmaya çalıştığım bu yazının ardından bir sonraki yazımda bu tespitlerimin dayandığı nedenleri detaylandırmaya çalışacağım. Sonrasında da umuyorum ki hep beraber bu sorunlara ortak çareler üreteceğiz.

Saygı ve sevgilerimle,
K.

Ticaretin e- halinin zorlukları ve öneriler – II – Bir e-ticaret öyküsü

Published by:

Merhaba,

Her ne kadar yazımın başlığından sanki üzerine çalıştığımız bir projenin hikayesini anlatacakmışım gibi anlaşılsa da aslında ben her e-ticaret projesinin yaşadığı hikayelerin ortak noktalarını paylaşıyor olacağım sizinle bu yazımda.

Aynı zamanda bundan yaklaşık iki buçuk sene kadar önce hobigaraj.com projesini işletirken başımızdan geçenleri paylaştığım yazımın bir devamı olarak da düşünebilirsiniz bu yazıyı zira her birey gibi ben de zaman içinde yeni şeyler öğrendim ve de e-ticaret konusuna daha geniş bir açıdan bakabilir hale geldiğimi düşünüyorum.

Hobigaraj.com hakkındaki yazımı yayınladığım zaman bu projemiz henüz 5 aylık bir bebekti. Fakat bir e-ticaret işletmesinin belki en zor zamanları olan kurulum ve sistem oturtma aşamalarını geçmiştik ve bu konuda ciddi bir bilgi birikimiz olmuştu. Hobigaraj’a kadar T&G Workshop olarak (o zamanki adımız TAG Bilişim idi) e-ticaret projelerinin hep alt yapı tarafında hizmet sağlayıcı olarak konumlanmıştık fakat gerçek anlamda sıcak müşteri teması sağlama şansımız olmamıştı. Ben bu durumu açıkcası biraz kurumsal şirketlerdeki kariyer gelişimine de benzetiyorum. Özellikle çok uluslu bir firmada üst yönetime yükselmenin yolu benim gözümde mutlaka iki disiplinden geçer: Pazarlama ve Satış. Eğer uzunca bir süre pazarlama disiplininde çalıştıysanız şirketinizin sizi daha yükseltmeden önce bir satış disiplinine batırıp çıkarması kuvvetle muhtemeldir. Bunun en önemli sebebi “sıcak satış” öğrenmeniz, ürünlerinizin nihai tüketici öncesi son durak noktası olan satış ağınızla “sıcak temas” sağlamanızdır. Bu şekilde ihtiyaçları ve yönelimleri çıkış noktasından itibaren görme şansınız olur. Bizim için de Hobigaraj.com projesi öncelikli olarak bu amaca hizmet ediyordu: Bir e-ticaret müşterisinin ne istediğini birinci ağızdan öğrenmek. Bu doğrultuda tüm ticari hayatı boyunca Hobigaraj’ın pek çok müşteri telefonuna bu işten sorumlu bir ekip arkadaşımız olmasına rağmen benim ve ortağımın bizzat çıktığı çok olmuştur ki eminim bizlerin iş hayatı için katma değeri en yüksek olaylardan biridir.

Hobigaraj.com projesi sonrası T&G Workshop olarak irili ufaklı pek çok e-ticaret projesinin içinde danışmanlıktan altyapı sağlayıcılığa kadar çok sayıda rol içinde bulunduk. Bu süreç zarfındaki en büyük kazanımımız bireysel ya da ufak çaplı e-ticaret girişimleri ile büyük kurumlar çapındaki girişimlerin arasındaki farkları görmemiz oldu. Tek cümle ile ve biraz da esprili bir şekilde özetlemem gerekirse: Eğer hedefleriniz büyükse ve alanınızda ilk üç sıradan birine oynamak istiyorsanız o zaman bir e-ticaret işletmesi kurmak kesinlikle her babayiğidin harcı değil!

Bu kadar uzunca bir giriş kısmından sonra gelelim sizin bu yazıyı okumanızın asıl sebebi olan somut bilgilerin paylaşacağım kısma. Çok yakında T&G Workshop web sitesinde bu konuda bir makale (hem Türkçe hem de İngilizce olarak) yayınlıyor olacağız fakat ben buradan size bir ön izleme sunmak istiyorum.

Eğer yukarıları hedefliyorsanız başarılı bir e-ticaret işletmesi nasıl kurulur?

Eğer yukarıda başlığın hedef kitlesinde yer alıyorsanız o zaman ilk kabul etmeniz gereken gerçeği sizinle paylaşmak istiyorum:

Bir e-ticaret işletmesi için web uygulaması (ya da pek çoğumuzun deyimi ile web sitesi) buz dağının sadece görünen yüzü, tüm sürecin sadece %10’udur. Tüm süreci bu uygulamadan ibaret sanmak yapabileceğiniz en büyük hataların başında gelmektedir.

Başarılı bir e-ticaret işletmesi kurmak aslında paralel ve/veya sıralı ilerlemesi gereken üç süreçten ibarettir. Bunlar:

  • Yaratıcı süreç
  • Alt yapı süreci
  • Operasyonel süreç

Yukarıda bahsi geçen her süreç ise alt iş paketlerine ayrılmaktadır. Bu çalışmanın detayları çok yakında T&G Workshop web sitesinde bulunabilecek olmakla beraber, basit bir kontrol listesi olarak kullanabilmeniz adına bu alt iş paketlerini sizinle paylaşmak istiyorum:

İlk olarak yaratıcı süreçten başlayalım. Bu süreç zarfında işletmemizin kimliğini yaratıyor olacağız. Sürecin barındırdığı iş paketleri:

  • Kurumsal kimlik çalışmaları. Çıktılar: Logo, renk kullanımları, fontlar
  • Web uygulaması tasarım çalışmaları. Çıktılar: Storyboard, ana sayfa tasarımı, alt sayfa tasarımları, hata sayfaları ve kulanılacak olan e-posta şablonları, proje yaratıcı süreç bütçesi ve yaratıcı süreç sözleşmesi

İkinci sürecimiz alt yapı çalışmaları sürecidir. Bu süreç zarfında yapılması hedeflenen ticaretin destek sistemleri kurulacaktır. Sürecin barındırdığı iş paketleri:

  • Analiz ve dökümantasyon. Çıktılar: Vizyon ve kapsam dökümanı, sistem gereksinimleri dökümanı (aynı zamanda proje sözleşmesine girecek olan teknik şartnamedir), iş kuralları dökümanı ve kullanıcı senaryoları, fazlandırılmış proje planı, risk planı, proje altyapı bütçesi, proje altyapı sözleşmesi
  • Fiziksel altyapı kurulum çalışmaları. Çıktılar: Sistemin üzerinde çalışacağı fiziksel altyapı mimari dökümantasyonu, fiziksel altyapı güvenlik gereksinimleri, uygulama yedekleme planları, veritabanı yedekleme planları, uzaktan erişim tipleri ve yetkilendirme, dağıtık mimariler için senkronizasyon mekanizması, eğer kullanılacaksa CDN (içerik iletim ağı) kurulumu
  • Yazılım altyapısı temel kurulum çalışmaları. Çıktılar: Kullanılacak olan ön yüz, ERP ve lojistik yazılımlarının belirlenmesi ve üretimi, uygulamalar arasındaki rol ve sorumluluk dağılımları, geliştirme-sahneleme-üretim ortamı kurulumları, proje takip sistemi kurulumu
  • Yazılım geliştirme süreci. Çıktılar: Kullanıcı arayüzü, yönetim arayüzleri (içerik, ERP ve lojistik), 3.parti yazılım (toplu e-posta sağlayıcısı, toplu SMS sağlayıcısı, ödeme kanalları, sosyal ağlar vb) entegrasyonları
  • Test ve yayına alma süreci. Çıktılar: Test senaryoları, ön yüz test sonuçları, ERP sistemi test sonuçları, lojistik sistemi test sonuçları, stres test sonuçları, Yazılım hatalarının ve iyileştirme ihtiyaçlarının önceliklendirilmiş listesi

Diğer süreçlerle kısmen paralel kısmen de sıralı yürümesi gereken üçüncü sürecimiz ize operasyonel süreçtir. Bu süreç dahilinde yer alan iş paketleri aşağıda belirtilmiştir:

  • Proje görüşmeleri. Çıktılar: Proje hedeflerini ve genel isterleri içeren toplantı tutanakları
  • Süreç dökümantasyonları. Çıktılar: Satın alma ve tedarik süreç dökümanı, ürün görsellerinin üretim sürecine ilişkin döküman, web uygulaması akış dökümanı, lojistik süreç dökümanı, iptal ve iade süreçleri dökümanı, çağrı merkezi süreç dökümanı ve karar ağaçları
  • Satın almalar ve kurulumlar. Çıktılar: Fiziksel sunucu parkı, verimerkezi anlaşmaları, kullanılacak olak ön yüz sistemi seçimi ve satın alması, ERP sistemi seçimi ve satın alması, lojistik sistemi seçimi ve satın alması, güvenlik sertifikaları seçimi ve kurulumu
  • Ödeme mecrası çalışmaları. Çıktılar: Kullanılacak olan sanal POS sistemlerinin seçimi, bankalar ile komisyon anlaşmaları ve son kullanıcılara uygulanacak vade farkı tablosu
  • Pazarlama çalışmaları. Çıktılar: Son kullanıcılara yapılacak farklı kampanyaların ve kampanya enstrumanlarının belirlenmesi

Yazımın bu noktasında yukarıda temas ettiğim bir cümleye atıfta bulunmak istiyorum. Sıkılmadan yazımı bu noktaya kadar okuyup farkettiğiniz üzere alanında üst sıraları hedefleyen bir e-ticaret işletmesi kurmak sabır, sermaye ve ciddi bilgi birikimi gerektirmektedir ve bu açılardan bakıldığında her babayiğidin harcı malesef değildir.

Unutmadan eklemek istiyorum, yukarıdaki süreci bu yazıma aktarırken bile aklıma gelen aslında bir kaç alt iş paketi daha var ama onları hem bu yazımı daha uzatmamak hem de daha sonraki yazılarıma konu bırakmak adına şimdilik saklıyorum. Ama ufak bir ipucu vermek gerekirse hem pazarlama çalışmalarını daha da detaylandırmak hem de CRM kelimesinin etrafında biraz daha dolaşmamız gerektiğini sizle de farketmişsinizdir.

Bu yazımı burada noktalarken iki noktaya daha temas etmek istiyorum. Bunlardan ilki yukarıda da iki kere belirttiğim üzere bahsettiğim süreçlere ait daha detaylı bir dökümanı yakında şirketimiz T&G Workshop‘un sitesinde hem Türkçe hem de İngilizce olarak bulabiliyor olacaksınız. İkinci nokta ise e-ticaret süreçleri hakkında destek talepleriniz için bize her zaman info@tgworksghop.com adresini kullanarak ulaşabilirsiniz.

Sevgilerimle,
Kıvanç Toker

Mobil sektörde açık uygulama geliştirme arayüzleri – I

Published by:

“Hızlı ve kolay bir şekilde kaydımı tamamladıktan hemen sonra bana gelen e-postadaki bağlantıya tıkladığımda açılan sayfada gördüklerime inanmam gerçekten güç oldu. Hızlıca bir şekilde dökümanlara göz gezdirirken aklıma gelen farklı katma değerli hizmet kurgularını bir kenara not ettim, biraz düşündükten sonra bir tanesini seçtim ve ufak bir demo çalışması yapmaya başladım. Herhalde uzun zamandır ilk defa benim için uykusuz geçen bir gece bu kadar keyifli bir hal almıştı. Sabahın ilk ışıkları ile beraber bir gözüm elimdeki telefonda bir gözüm ise bilgisayar ekranında kendimi gülümserken buldum. Kullanıcıların konumuna bağlı olarak onlara ücretli veya ücretsiz farklı içerikler ve bilgiler sunan uygulamamın demosu bitmişti ve çalışıyordu.”

Eğer kendinizi yaratıcılığınızın ve çalışma hayatı heyecanınızın en doruk noktası olduğunuz zamanlarda hissediyorsanız yukarıdaki kısa hikayenin gerçekten yaşanabilir olması sizin için de en az benim kadar önemlidir diye tahmin ediyorum. Hangimiz zamanımızı iş fikrimizi ilgili kişilerin kafasında canlandırmak, somutlaştırmak için harcamak yerine o fikri gerçekleştirmeye ayırabilmenin, zorlu ön koşullar ve bürokrasi olmadan mobil hizmetler dünyasının türlü araçlarından faydalanabilmek ve bu araçların sayısız kombinasyonu ile insan hayatını kolaylaştırmaya yönelik ürünleri hızlıca yaratabilmek istemeyiz ki?

Kısa bir süre için iş ortağı şapkasını yanımıza koyup operatör şapkası takalım ve bir ürünün fikir aşamasından somut hale gelene kadar ne kadar iş gücü yatırımı yaptığımızı hesaplayalım. Fikri anlamak için yaptığımız toplantılar, ürünün gelişme süreci boyunca süreç takibi ve bu sürecin zamanında sona ermesi için yazılan e-postalar, yapılan tartışmalar. Hangimiz bir iş fikri üzerine konuşurken onun bitmiş, hazır, somut halini elimizde tutmayı istemeyiz ki?

Her iki şapkamızla da yaptığımız tespitleri bu noktada özetlemek gerekirse şöyle bir cümle kullanabiliriz: Ürün yaratıcısının, üzerinde ürün yaratılacak ortama ve araçlara erişimini zorlaştırmak kısa vadede bir seçicilik yöntemi gibi görünse de uzun vadede ilgili tüm taraflara ciddi bir motivasyon ve potansiyel kaybı olarak geri dönmektedir. Büyümeye devam eden pazarlarda bu kayıp göz ardı edilebilir olsa da doyum noktasına yaklaşıldıkça her ticari işletme gibi mobil ağ operatörleri de yeni gelir kaynakları arayışlarına girmek zorunda kalmaktadır.

Bu potansiyel kaybının sadece ülkemize ve sadece faaliyet gösterdiğimiz bu sektöre özel olmaması,  içinde alt yapı sahibi, ürün geliştirici, ekosistem gibi kavramları barındıran tüm iş alanlarının temel sorunlarından biri olması sorunun çözümü anlamında işimizi oldukça kolaylaştırmaktadır.  Son 10 senedir inanılmaz bir hızla gelişen Internet alanında da benzer sıkıntılar yakın zamanda yaşanmış, Facebook, MySpace, Google gibi dev şirketlerin öncü ve cesur çalışmaları bize içinde bulunduğumuz tünelin sonunda ışık olduğunu göstermiştir. Mobil cihaz sektörü de Internet dünyasının adımlarını takip etmektedir. Apple’ın öncülüğünde, Nokia, Samsung gibi şirketler son bir kaç sene içinde yeni arayışlarının sonucu olarak ciddi stratejik hamleler yapmıştır, bize düşen ise bu stratejileri kendi sektörümüze uyarlamaktır.

Gelin son iki sene içinde yaşananlara kısaca bir göz atalım
  • Mobil ağ operatörleri geniş kapsama alanı hedefli baz istasyonu kurulumları ve baz mobil ağ bileşenleri için yaptıkları 1. aşama yatırımları sonrasında  iletişim alanındaki teknolojik gelişmelere istinaden 2. aşama yatırımlarını yapmak zorunda kalmaktadır.
  • Bir üst maddedeki duruma karşın veri tabanlı hizmet gelir potansiyelleri ses taşıma ve mesajlaşma gelirleri kadar yüksek değildir. Veri tabanlı hizmetlerde gelirin büyük payı içerik ve servis sahiplerine kaymaktadır. Bu durum operatörleri yatırımlarını karşılama konusunda endişeli bir bekleyiş içine sokmakta ve yeni akıllı alt yapı(smart-pipe*) stratejileri geliştirmeye zorlamaktadır.
  • Internet ve mobil cihaz üreticileri, yeni nesil mobil hizmetler değer zincirinde yer edinmeye yönelik stratejiler geliştirmektedir.
  • Apple AppStore, Nokia Ovi, Facebook Platform, OpenSocial gibi platform uygulamaları ile birlikte “Bir hizmet olarak ağ (Network as a service)” ve “Bir hizmet olarak platform (Platform as a service)” kavramlarını ortaya çıkmıştır. Platformların üzerinde barındırdığı, 3. oyuncular tarafından üretilen katma değerli ürünler platform değeri üzerinde ciddi etki sahibi olmuştur.

Yukarıda belirtilen gelişmeler bazı mobil ağ operatörlerini de harekete geçirmiştir. Bu operatörler kendi uygulama satış platformlarını ve altyapı erişim arayüzlerini üreticilerin kullanımına açarak yeni gelir akışları yaratmıştır. Bu çalışmalar arasında en öne çıkanlar Telenor ve Orange’a ait çalışmalardır. Her iki operatör de yazılım geliştiricilere özel aşağıdaki platformları kurmuşlardır.

Ülkemizde de Turkcell’in bu konuda çalışmaları olmuş hatta yurtdışındaki rakiplerine benzer bir strateji doğrultusunda yazılım geliştiricileri buluşturacak bir platformun kurulumu için gerekli ilk adımlar atılmıştır.

Ülkemizde bu konudaki gelişmelere ve de yazılım geliştiriciler olarak fırsatlarımıza da bir sonraki yazımda değinmeye çalışacağım.

Sevgilerimle